İçinde yaşadığımız hayat şartları, bedensel ve ruhsal sınırların zorlanmasıyla günümüz insanını stresli bir hale getirdi. Toplumsal şiddetler, aile faciaları ve cinnet haberlerini her gün izlemekten içimiz karardı.
Hayatı kontrol konusunda“yeterlilik duygusu” azalmaya başladı. Hayatı algılama konusunda ki yetersizlik, hayat yolundaki yarışta yalpalamalara yol açıyor. Oysa arabamızla bir yola çıkacağımız zaman ilk yapacağımız işlerden biri arabaya rot balans ayarı yaptırmak olur.
Streslerimizi kontrol konusunda kendi rot balans ayarımızı düzeltmek aklımıza gelmez.
Kaliteli bir yaşam istiyorsak yaşamın ince ayarlarını yapmamız gerekiyor. Yani stresimizi kontrol altında tutmalıyız.
STRESLE BAŞA ÇIKABİLMEK; düşüncelerimize, duygularımıza ve hayattan beklenti ve seçimlerimize doğru bir yön vermeliyiz. Hayattan keyif alamıyorsa bir insan oturup hayatını ve mevcut durumunu bir gözden geçirmeli.
Vücut ve ruh yeni bir ayarlama istiyor demektir. İşin tıbbi yönü elbette doktorları ilgilendirir. Sosyal rahatlama açısından bir kere sevgiyi ve paylaşmayı en başa oturtmalıyız.
Maddenin hâkimiyetinde olan bir dünyada günümüz insanının duygularını yok saydık. Oysa hayattan zevk almanın yolu sevgiden geçer.
Biz toplum olarak birbirimizi sevmeyi ve paylaşmayı unuttuk; dostlukları, komşulukları ihmal ettik. Bir yönümüz kısır kaldı, o kısır kalan duruşumuzla hayatı algılamamız zorlaştı ve stresin tam ortasında bulduk kendimizi.
Bardağın hep boş kalan yarısını gördük güzellikleri göremez olduk. A. Karr’ ın da dediği gibi “Bazı kimseler güllerin dikenleri olduğundan yakınır; ben dikenlerin güllü olduğuna şükrederim” der. Oysa varlık amacımız güzel yaşayıp güzel yaşlanmaktır.
Nelerin gerekli gereksiz olduğunu iyi bilmek zorundayız. Çizdiğimiz hedefler ve çözüm yolları hem şahsiyetimizi oluşturur, aynı zamanda doğru yaşamın sonuçlarını verir bize.
Yaratılışımızda aslında olumlu duygulara sahibiz, algılamadaki yanlışlıklar bu duyguları olumsuz yönde etkiliyor.
Olumlu duygularımızın ana şeması; “sevgi, ümitli bekleyiş, merhamet, iyimserlik ve hayattan keyif alma” gibi kavramlardan oluşur. Bunlardan sevgi kavramına biraz değinelim. Sevgi insanları birbirine bağlayan manevi bir bağdır. Bir arı bile sevdiği çiçeğe konar ve bal verir. Sevgi içimizdeki öfkeyi, kıskançlığı yok eden bir panzehirdir. Sevgiyi, samimi ve içten davranışlar geliştirir, muhabbetler karşılıklı sevgiyi doğurur.
Sevgi bizim davranış şeklimize bir lokomotiftir. Sevgi fedakârlıktır, emektir. Bir anne çocuğunu sevdiği için gece uykusuz kalır, zahmetlere katlanır. Sevgi evrensel bir duygudur.
Nijerya’da çocuğunu emziren bir annenin duygusu ile Anadolu’daki bir annenin duygusu arasında bir fark yoktur. Sevgide mevki makam olmaz.
Mevlana’mızın söylediği gibi; “Şah bile sevgiye kuldur, köledir.” Sevgi yaşam kalitemizin sibop ayarıdır, stres düzeyini düşürür; tıpkı kan şekerinin ayarlanması gibi. Hayata bağlanmak zorundayız, hedeflerimiz olmalı hep.
A. Rubbins’in dediği gibi; “Kendi gelecekleri ile planları olmayanlar, başkalarının planlarına dâhil olurlar.”
Sosyal ve aile içi davranış ayarlarında diğer bir ayar düğmesi de empati (duygudaşlık) kavramıdır. Bencil insanlardan çoğumuz rahatsız oluruz, çünkü bu insanlarda empati duygusu gelişmemiştir. Kendini karşısındakinin yerine koymaz. Empati kurabilenler kendi yaşam dengesini ve sosyal dengeyi kurabilen insanlardır, bencil değildirler.
Onların hayatlarında paylaşmak esastır. Sahip olduğumuz şeylerin değerine şükredip, kendimizle barışık olarak bu hayat yolunda ilerlemek en doğrusu. Öyleyse bir kahkaha atıp rot balans ayarı yapılmış arabayla yeniden hayat yolculuğuna ne dersiniz?
Yenidünyalara, yeni yaşamlara… Hoşça kalın!