Asrın büyük felaketinin ardından, toparlanmaya çalışan şehrimizde durumlar nasıl gidiyor. Şöyle bir vatandaş gözüyle bakalım.
“Sorgulanmayan hayat yaşanmaya değmez” Sokrates bu sözü yüzyıllar önce söylemiş insanlara. İçinde yaşadığımız kentin sosyolojik yapısını ve yaşadığı hayatı kaç kişi oturup sorgulamıştır acaba kendi kendine! Ben nerde yaşıyorum, yaşadığım kenti kimler idare ediyor ve ben bu hayatın neresindeyim gibi? Çoğumuz bunun farkında bile değiliz, çünkü düşünmek analiz etmek pek işimize gelmez.
Şehir yönetimleri geçmişten günümüze kadar, siyasi sistemlerin ilgi alanı içerinde kalmıştır; bu yüzden ehliyetli ve liyakatli yönetimler le adil paylaşımcı ruhuyla vatandaş huzuru yakalarken, tersi durumlarda sorunları beraberinde getirir. W.Shakspeare şöyle diyor;”Liyakat olmadan kazanılan, müstahak olmadan kaybedilir.”
Şehrimizin merkezinde yerel seçimlerin ardından, yeni başkanlar görevlerine iyi niyet taşıyarak devam ediyorlar. Ancak şehrimiz deprem felaketinin ardından, insanımız birikmiş sancılarını paylaşacak ve onları dinleyecek birilerine o kadar ihtiyaç duyuyor ki, kira, geçim derdi vs… esnafın derdi saymakla bitmiyor. Tabii bu insanlar haliyle kendilerine yakın hissettikleri belediye başkanlarına ulaşmaya çalışıyorlar. Belediye başkanları iyi niyetli ama hangisine ulaşsın, randevu konusunda birikmişlik, sıra gelmeyişi vatandaşı da buruk bir ruh haline düşürüyor.
Normali ilgili birimler, başkanın bu yükünü almaları lazım, ordaki sıkıntı birimler ve birim amirleri inisiyatif kullanmakta çekiniyorlar, haliyle yoğunluk, belediye başkanlarının üzerinde kalıyor ve işler zorlaşıyor! Başkanlarda o birimlere daha liyakatli ve inisiyatif kullanabilecek kişileri getirmekte, biraz yavaş gidiyorlar. Mevcut birimlerdeki kişilerde konumum ne olacak diye bir endişe taşıyor, bazen akıllıca atılan cesur adımlar, kurumu da rahatlatır başkanı da!
Vahşi kapitalist sistemlerin en kötü tarafı insanın değersizleştirilmesidir. İnsan ulvi bir yaratıktır, adil bir ortamda huzurlu yaşamak ister. Geçim şartları günümüz dünyasında ki insanın ahlaki değerlerinide zarflatmış olup, bize ait bu değerlerimizi yitirmeye başladık. Bu yitirmelerin ardından toplumsal arızalarda ortaya çıkmaya başladı. İnsan tabiatında negatif ve pozitif duygular vardır. Sevgi, umut, güven, iyimserlik gibi duyguların yerini yavaş yavaş olumsuz duygulara terk etmeye başladık. Oysa Dante’nin dediği gibi “Kâinatı sevgi yönetiyor” sözü de bunu doğruluyor. Duygu dünyamızın içini boşaltırsak cinnet geçiren insanlar toplumda daha da çoğalacak.
Bu şehrin hafızasında geçmişten gelen çok güzel yaşanmışlıklar vardı, saygı vardı, sevgi vardı kısacası bizi ayakta tutan bir kültürümüz vardı. Kültür deyince Fırat Başkan Kafum Atatürk fuarında bir geleneğimize imza atıyor, şehrim adına sevindim, çünkü toplumlar geçmişlerine saygı duyarlarsa, bugünü yaşatabilirler.
Osmanlının 600 sene ayakta kalmasının sebeplerinden biri kültürüne önem vermesiydi!
Fatih Sultan Mehmet, o dönemin ünlü ressamlarından Venedikli Bellini’yi İstanbul a davet ederek, yağlı boya tablosunu yaptırmıştır. Yıldırım Beyazıt’ın filozof yönü. İkinci selim, hem besteci, hem de şairdir.
Kanuni sultan Süleyman zamanında, sarayda iki yüz e yakın şair sürekli misafir edilirdi, bu durum sadece onların yatacak yer, karın doyuracak şekilde olmayıp, bu sanatçıların geleceğini de garanti altına almaktı.
Kanuni sultan Süleyman da şairdi. O dönemde neredeyse devlet in başındaki kişiler, ya sanatçı ya da sanatseverdiler. Yavuz Sultan Selim savaşçılığının yanı sıra, iyi de bir şairdi. Kanuni Sultan Süleyman kırk altı yıl süren padişahlığı döneminde söylediği; halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi/ olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi!
Duyarlılıkları yanında (şair, filozof) yerine göre de devletçiliğin kuralarını hiç çekinmeden yerine getirebiliyorlardı. Yani Osmanlı bunun için büyüktü. Saraylarda sadece oturmadılar, medeniyet, sanat adına da bir şeyler yaptılar. Hoşça kalın!