Kanal Maraş köşe Yazarı Mustafa Önyurt kaleme aldığı bugünkü yazısında "Seçimler ve Kahramanmaraş" diye yazdı.
Seçimlerin yaklaştığı şu günlerde, siyasetin hızlandığını ve adayların hummalı bir çalışmaya girdiğini görüyoruz. Toplumun içine girdiğinizde vatandaşın daha bilinçlendiğini ve klasik siyasetçi profili görmek istemediğini gözlemliyoruz.
Hayat şartlarının bu kadar ağırlaştığı, üstüne üstelik depremin acıları bu şehir halkı üzerinde büyük travmalar bıraktığı bu şehirde, insanımız; bırakın siyasetçiyi birbirine bile güven duymaz oldu.
Geçim şartlarının yanı sıra, evleri yıkılan insanların, vicdansız ev sahipleri ve iştahını kabartmış emlakçıların elinde, derdine bir çare ararken, seçimler onu çok ta heyecanlandırmıyor.
Alışıla gelmiş seçim çalışmaları, konvoylar, ziyaretler vb. etkinlikler, vatandaşı tatmin etmiyor!
Vatandaş artık şunu sorguluyor; ben nerde yaşıyorum, yaşadığım kenti kimler idare ediyor ve ben bu hayatın neresindeyim gibi?
Pankartlar, reklam panoları insanımızın pek te ilgisini çekmiyor, çünkü her insan içinde bulunduğu durumun penceresinden hayata bakar. Bu yüzden insana dokunmak büyük önem arz ediyor!
Adaylar projelerini anlatıyorlar, fiziki anlamda şehir için önemli projeler olabilir, ama burada bence en önemli projeler; insan odaklı projelerdir, yani direk insana dokunmak!
Dar gelirli veya yoksul insanların ana ihtiyaçlarına katkıda bulunacak projeler vatandaşa yansıtılıyor mu?
Şöyle soralım, vatandaş siyasetçiye veya belediye başkanı ve birimlerine ulaşıp derdini anlatabiliyor mu?Seçim zamanı dağıtılan gülücükler,seçim bittikten sonra da devam edecek mi?
J.Rahsen ‘in dediği gibi ”İnsan kendinin farkında olmadıkça bir hiçtir” Bunun için kendimizden ve yaşadığımız sokaktan başlamalıyız ne doğru, ne yanlış diye sorgulamaya!
Tarihi yapısı ve coğrafi konumuyla Kahramanmaraş bunu çoktan hak ediyor.
Gail Sheehy in dediği gibi;”Değişmezsek gelişemeyiz, gelişemiyorsak aslında yaşamıyoruz demektir.”
Çünkü hayat bize istediklerimizi sunar, öyleyse istemesini niye becer edemiyoruz.
Siyasetçiden alışagelmiş siyasi kelimeler dinleme yerine, liyakat sahibi kişilerin siyasette yer almasını istiyoruz.
Peki, liyakatli kişiler neden gerekli?
Tarihin derinliğinden bu güne gelinceye dek bu” LİYAKAT” meselesi karşımıza derin bir yara olarak çıkıyor. Tarafçılık, kayırmacılık dahası hak edeni, layık olanı, ehliyet sahibi kişilerin engellenmesi ve yerine konulmaması liyakat ilkesinin zarar görmesine sebep oluyor.
Liyakat’te layık olmak, yaraşmak görevi hakkıyla ifade etmek etik kuralların başında gelmektedir.
Liyakat sahibi olmayan kişiler kamu kurumları ve kuruluşlarında adaletsizliğe yol açabilir ve bu durumda halkın güvensizliğine sebep olabilir. Adalet duygusu gerek aile hayatında gerek sosyal hayatta bizimle beraber olan veya zaman zaman ihtiyaç duyduğumuz bir kavramdır.
Bir satıcının terazisindeki ölçü, satıcı ve alıcı açısından nasıl önemli ise adalet duygusu da hayatın her karesinde korunması gereken bir ölçüdür, dengedir. Bütün mesele bu dengeyi muhafaza etmemizdir.
Aristonun dediği gibi;” Herkes kızabilir, bu kolaydır. Ancak doğru insana, doğru ölçüde, doğru zamanda, doğru nedenle ve doğru şekilde kızmak, işte bu kolay değildir.” Hoşça kalın!